31 Ocak 2012 Salı

Özlemek belki, belki biraz da şımarıklık benimkisi...

Düşünüyorum. Aklımdan geçenleri yazmak istiyorum sana. Neden mi? Seni Özledim. Seni bir kalıba hala sığdıramıyor olsam da, adını ben koymak istememe rağmen koyamasam da seni özledim. Sen diyorum işte sana. Karanlıktaki sen, aydınlıktaki sen, içimizdeki dışımızdaki sen. Korkmak gerekmiş aşktan, senin için söylenenlerle senden korkmak gerekmiş. Sen bile demişsin korkmayan korksun benden diye. Korkmak istemiyorum. Kocasından korkan kadın gibi olmak, kocasının olduğu halde olmak istemeyen ama korkusuyla birlikte olan bir kadın gibi olmak istemem ne senin ne de kimsenin gözünde...

İslama şişirilmiş övgünüz neden?
Yoksa kabul mu ediyor insanlar hemen?

Seni anılarımla mı seviyorum??


Tatilimin son anlarına beni eğlendirmesi için seçtiğim fakat bunun yerine hüzünden başka birşey bulamadığım Chuck dizisinin finaliyle girdim. Güzel başrolümüz Sarah'nın hafızasını kaybetmesine rol açarak mutlu sonla biteceğini düşündüğüm dizinin senaryosunu baltalayan,gidişatını bozan ve bende *mına koyma isteği uyandıran senaristi rahmetle anıyorum. :)
Şimdi asıl konumuza gelelim. Hafızanızı kaybederseniz sevemez misiniz? Pardon soru yanlış oldu, eskiden sevdiğiniz birini(!), daha doğrusu sevdiğiniz birine karsı olan sevginizi unutur musunuz? Yani hafızanızı kaybetmeden önce sevdiğinizi, hafızanızı kaybettikten sonra sevemeyecek misiniz? Anılarla mı sever insan? Garip geliyor değil mi? O zaman sevdiğimiz gerçekten o(sevidiğimiz kişi)
değil, anılarımız oluyor gibi sanki? İnsanı insan yapan Hafıza gücü mü sorusu gelmedi mi sizinde aklınıza? Ne demek istiyorum peki bu cümlelerimle???

!# "Ne demek istiyorum?","Ne demek istiyorlar?" cümlelerini sürekli olarak kullanıyorum;farkındayım,biliyorum fakat benim kıt anlatım kabiliyetimle malesef ki türkçemizin en azından güncel Türkçe'mizin,bize öğretilen Türkçe'nin sığlığından kullanmak zorunda kalıyorum bunları. Anahtar uzun,cafcaflı cümleler kurmak değil diye düşündüğümden kullanıyorum biraz da. #!

Kız arkadaşım Gülsevim'in söylediği birşey vardı; "Seni neden Aydın'da daha az seviyorum?". Tam olarak böyle değildi sanırım ama buna yakındı. "Senden kendimi çok daha uzak hissediyorum Aydın'da" da demiş olabilir. Neyse argümanı baltalamadan devam edeyim;
Söylediği bu cümleler bana az önce yazdıklarıma yakın şeyler düşündürmüştü;"Aydın'da hemen hemen hiç hatıramız yok, benim Aydın ile adam akıllı bir bağım dahi yok, beni ona çağrıştıracak,hatırlatacak yeterli anı girdisi yok. Sanki doğal gibi beni az hatırlaması,az sevmesi". Şu an da katılmıyor değilim düşüncelerime..

Chuck dizisindeki olayda bana bu olay karşısındaki düşüncelerimi hatırlattı. İlginçtir ki gerçekten anılarla sevdiğimizi belki de anıları sevdiğimizi düşünmeye başladım.

26 Ocak 2012 Perşembe

Whatta f.ck is this?

2 gün önce bir kitap okuyordum; Doğmamış çocuğa mektup - Oriana Fallaci. Çevirmenin hoş çevirisi mi yoksa yazarın kavramı kullandığı yerin güzelliği mi beni etkiledi bilmiyorum ama "aile köleliği" kavramına gerçekten vurulmuş durumdayım.

Ee o zaman kısaca anlatmak gerekmez mi artık nedir bu "aile köleliği" kavramı?

Kitabı okuyanlarımız çok rahat hatırlayacaktır diye umuyorum ki kitap doğmamış bir çocuğu nesnelleştirerek dünyaya getirdiği post-marksist eleştirileri anlatıyor. En azından ben böyle birşey çıkardım kitaptan. Kavramı nerede kullanıyor derseniz çocuğu dünyaya geldiğinde -yani çocuğunu getirdiğinde- acaba gelmek istemez miydi sorusunu kendisine sorarak çocuğun nasıl düşüneceğini bulmaya çalışıyor. Ve hemen hemen bütün aile-çocuk ilişkilerinde çocukların ailelerinin düşünce yapısından(!) pekte sapamadıklarını kendi kendisine bir nev'i ispatlıyor. Hemen açıklık getireyim ki burada ailesi ile farklı özellikler gösteren, farklı seçimler yapan çocukların nasıl ortaya çıktığı sorusuna verilmesi istenecek cevap zaten verilmiş durumda. Yukarda boşuna ünlem kullanmadım diyerek küstahlık yapayım azıcık sizlere. Düşünce yapısı demek; aynı düşünmek demek değil,aynı olmak demek değil, aynı kararlar almak demek değil; karıştırmamak gerek. Aynı düşünce yapısına sahip olmak demek:bir beyin vereceğiniz aynı değerleri aynı koşullar altında işlediğinde aynı çıktıyı verecektir demek. Tabiki çocuğun ve ailesindeki diğer şahısların hayatla etkileşimleri aynı olmayacağı için tamamen aynı kişiler olmalarını bekleyemezsiniz.
Diğer bir boyutu da duygusal kölelik olarak belirtilmiş kitapta. Duygusal kölelik, aile köleliğinden beslenen bir kavram aslında, o yüzden burada anlatıyorum bende. Aile bağı dediğimiz o çılgın şey var ya; bizi en iyi ailemizin anladığı, bizim için en iyisini ailemizin düşündüğü duygusu var ya -Lütfen bunu ergenlik çağı hezeyanlarıyla okuyup yargılamayın- ; bu işte bu "düşünce yapısı"na bağlı,bunlar bundan kaynaklı şeyler aslında. Kan bağı olayına, saçmalığına inanmıyorum desem yalan olmaz. Biz biraz abartıyoruz sanırım bu kan bağı olayını. Gayet üvey olan ama üveyliğini bilmeyen gençlerde normal 2 kardeş gibi büyüyüp gelişip aynı duygusal kölelik boyutuna ulaşabiliyorlar.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Sen kimsin ki, burada bla bla Best Seller okuyorum.

Hayatımda hep merak ettiğim bir soru vardı. İşte şimdi bunu sizinle paylaşmak istiyorum.

"Acaba Başarılı insanlar başarılı oldukları için mi iyi yazıyorlardı yoksa iyi yazdıkları için mi başarılı oluyorlardı?".

Bu soruna dönüşmeye başlayan sorum cevabını vermenizi istediğim ve cevabını verebilmeyi isteyeceğim yegane sorularımdan. Başarı ölçütü olarak burada Yazarlık mesleğinin başarı ölçütünü ele alacağız. Her mesleğin her hedefin başarı ölçütü,ölçüsü değişebileceğinden bunu bir "örnekparça"(örneklem) olarak kabul etmeyi tercih ediyorum.

Evet şimdi soruya odaklanırsak eğer; bunun basit bir tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan sorusu olmadığını anlamanızı rica ediyorum ilk olarak sizden. Çünkü sorunun ilk kısmında (yoksadan önceki bölüm) psikolojik bir bakışa sahipken, ikinci kısımı sosyolojik bir bakışa sahip. Biraz daha açmak istersem eğer; Neden popüler yazarların herkes iyi yazdığını düşünür? Neden iyi yazan onca blogcumuz varken bunların hiçbiri iyi bulunmuyor? sorun psikoloji kaynaklı mı yoksa sosyolojik olarak bakınca toplum mu bu davranış eğiliminde. "Pahalı olan kalitelidir" anlayışı mı var hala zihinlerimizde. Aaa bak filanca yazar kaç bin satmış, Bla bla Best Seller ve bu tür önerilerle biz bile birçok kitap okumuşuzdur ama biz biraz daha açık görüşlü olduğuna inandığım insanlar olarak bu Best Sellerlerden pekte keyif alamıyoruz sanırım. Bunu biraz düşünmenizi rica ediyorum. Beğenmemizi sağlayan ölçütleri, o kitapları bize okutan şeyleri düşünmenizi istiyorum. Diğer taraftan bakarsak arkadaşımızın yazdığı iki satırlık yazıya her ne kadar Elif ŞAFAK seviyesinde olmasa da beğendiğimiz halde neden burun kıvırırız? Burun kıvırmasak bile neden beğendiğimizi onun yararını düşünerek birazda abartarak söylemeyiz? Yaptıgınız acımazsız yargılamalardan değer vermelerden arınmanızı çok isterdim. Bence sizde istemelisiniz. Bu sorunun cevabının burada yattığına inanmaya başlıyorum. Metalıktan uzak durmak lazım sanırım biraz, Saygı duymayı öğrenmek lazım sanırım biraz, Endülüs kütüphanesindeki isimsiz bilim kitaplarını düşünmek lazım sanki de biraz.

Son olarak birkaç yıl önce yazdığım bir parça yazıyı sizle paylaşmak ihtiyacı hissediyorum:

"Bilmeden yazmaya kalktık. Okumadan anlamaya çalıştık; izledik,dinledik fakat anlayamadık. Yorum yaptık bilmediklerimiz üzerine, konuştuk okumadıklarımız üzerinden. Bence biz hatayı burada yaptık. Bilmeden konuştuk,bilmeden yazdık; bilmeyen karşı tarafı iyi kandırdık."

22 Ocak 2012 Pazar

bir şeye dair bir şeyler (birşeye dair birşeyler) "Sosyal Marksizm","Sosyal Marksist""

"Sosyal Marksist" olasım var bu günlerde. Bu kavram vardır yoktur bilmiyorum ama ben bunu sosyal darvinizm fikrinden çaldım, çarptım, uyarladım. Evet etrafınızdaki Asosyal* tiplemelere bir bakmanızı rica ediyorum şu an sizden ya da asosyal olan kendinize. Ne kadar utanırız değil mi bu nitelendirmeden. Oysa Sosyal Marksizim'e göre yok öyle utanılacak birşey. Bu birşeye dair birşeyler var hayatımızda. Birşeylerden kastım Sosyal olan sınıfın elinden almamız gereken sosyal araçlardan bahsediyorum. Siz ki Asosyal sınıf(Marksist-leninist ideolojideki proletarya) olarak Sosyal sınıfın(burjuvazi) elindeki sosyal araçları almanız gerekir(Devrim fikri). (+) değer olayını uzun uzadıya açıklamak isterdim ama yazasım yok, detaylandırasım hiç yok. Sadece (+) değer gibi biz asosyallerin sosyal olanlara sağladığı imkanlar var hayatta. Yok abicim parayla alakalı değil bu sosyal olma işi(ilk bakışta parayla ilişkilendirdiğinizi biliyorum). Mesel vermek gerekir mi bilmiyorum ama mesellendirmek bazı insanlar için daha kavratıcı oluyor : Ben ki Zenginim(paranın etkisizliğini göstermek için), evimdeyim, evim güzel amma velakin arakdaşım yok. yani şehire yeni taşınmışım diyelim. tabiki parada bol oldugu için gidiyorum her gün bir cafe,bar vb toplu takılılan yerlere ama tık yok. ha tip derseniz ortalamadayım ama tık gene yok. ne yapmalı sizce? gitmeye devam etmeli, bolca bahşiş bırakmalı belki garson kızı yemeğe davet edebilmek için uraşmalıyım. OYSA! bir arkadaşım olsa, sadece 1, işler ne kadar değişir bilir miydiniz? hele bir de bu kız olsa? işte diyorum ki etrafımdaki birçok asosyal insan SOSYAL sınıfın bu hayat üzerindeki hegemonyasından bıkmış durumda. ÖrnReplik: "aga adama bak ya 3 kızla geziyor adalet mi bu!?!". sanırım bu repliği çok söylediniz ya da çok duydunuz. Asosyal oldugunuz için zekanızın, bilgilerinizin, hiç istemediğiniz halde bazen o beğeniyormuş şu beğeniyormuş diye kendinizi değiştirmelerin acısını çektiniz. Devrim(bu sosyal sınıfın ellinden sosyal araçları almak oluyor) zamanının geldiğine inanmaya başladınız ,EVET!. Anlamsız gelebilir ama bu fikir aşamasındaki düşünce gözüme her nasılsa büyük gözükmeye başladı. Belki bir gün kitap olur diye inanmaya başladıklarımdan.

*Dipnot: Asosyal kavramı burada halk dilindeki anlamıyla kullanılmıştır.