//Alıntıdır.
Cinsellik ve
karanlıkta kalmış arzuların ulu orta afişe edilmesine karşı
olan serzenişleri bir kalemde silip atmayalım. İstemeden de olsa
ahlâkçılar, bu tutumları ve baskılarıyla ahlâksızların önünü
açıyor, onlara yol gösteriyor.
Liberal ve açık
düşünceli olmak bir yana ama bazı şeyler biraz da bastırılmaya
çalışılmazsa bu baskıya verilen tepkiler ve dışavurumun binbir
çeşit icadlarından sanki mahrum kalacağız.
Örneğin kutsal
kitapların ve bazı ideolojilerin tasvir ettiği cennet
veya sınıfsız
bir toplum
gibi mükemmel olduğu varsayılan ortamlar (!) son derece can sıkıcı
ve durağanken, (kendilerince) ”kötülüğe” karşı tepkilerle
oluşan subkültürler ve yarattıkları kendilerini
ifade etme biçimleri
ve dünyayı algılama şekilleri çok daha heyecan verici değil mi?
Üniformalı,
sigortalı, sendikalı temizlik işcilerinin bakımını yaptığı
düzenli, planlı yapılmış betondan sosyal konutlara karşı
graffitiler
ile cinsel organı sansürleyen bir kültürün, devamında
bukkake‘ye yol vermesi arasındaki ilişkiyi anlamak lâzım.
Sınırsız ve
serbest cinselliğin yaşandığı bir dünyada, erkekler iş
arkadaşlarını tuvalette kıstırıp, başlarını musluk altına
sokarken döpiyesi sıyırıp, külotlu çorabı yırtarak onları
düzmenin hayalini kuramazdı. Ya da kadınlar fotokopi makinasının
üzerinde düzülürken periyodik olarak kalçalarının altından
geçen ısı ve ışık dalgalarını labia çeperlerinde hissetmeyi
düşleyemezdi.
Evet.. Kafamızda
kurduğumuz minik fantezilerimizi ayıplanmadan ve kısıtlanmadan
gerçekleştirebilmek hiç de çekici bir durum değil. Çünkü
tuvalette kıstıracağın iş arkadaşının onu düzmene izin verip
vermeyeceği, senin bu olayı sürekli ikirciklenmelerle planlama
sürecin, yakalanınca ayıplanma ve hatta kovulma tehlikesinin
verdiği heyecan, yırtık çorabın arasından girip, külodu
bertaraf edecek penisinin vulva çeperine sürtünmesinden alacağı
zevke göre çok daha fazla.
Demek ki bazı
kuralların ve kısıtlamaların olduğu ortamlar, yaratıcılığa
davetiye çıkartırken, kural dışılığı veya günahkârlığı
daha da câzip bir hale getiriyor. Graffiti’nin güzelliği ve
anlamı, bukkake’nin erotizmi ile aynı paydada birleşiyor.
Yapma mı dedin?
Gösterme mi dedin? Günah mı dedin? Hassiktir ordan! Bak ne
yapıyorum?
Bunun bir örneği,
Türkiye’nin es geçtiği, 70 lerin punk kültürü. Bu dönemin
Avrupalı gençleri, İkinci Dünya Savaşı neslini şok edip, orta
parmakları ile onlara ”fuck you” çekmenin bir başka yolunu
bulmuşlardı. Kıyafetlerinde Nazi sembolleri taşımak…
Babalarının savaşıp alt ettiği düşmanlarına ait o sembolleri
tekrar gözlerinin içine sokup, başkaldırıyı, alayı,
umursamazlığı ve fuck you’yu görselleştirmekti amaçları.
Tabii tüm bu
swastika sembollerinin veya zamanla yine popüler olan orak ve çekiç
gibi sembollerin yadsınamaz bir etkisi var insanlar üzerinde.
Baskı, kontrol, yasak ve şiddeti hatırlatıyorlar bize…
Teknolojiler ve
demokrasi gelişti (demokrasi gelişti’den sonra smiley var). Artık
totaliterizm, kendini gizlemenin yollarını bulmakta zorlanmıyor.
İnsanların zamanla sahte bir özgürlük hissine kapıldığını
gözlemlemek bazılarımız için zor olmasa gerek. Evet, Nazi
Almanyası yok artık, Sovyetler de dağıldı. Dünya yine de daha
iyi bir yer oldu mu olmadı mı tartışılır. Ancak tüm dünya
insanları olarak giderek zenginleştiğimiz yadsınamaz bir gerçek.
Ve demokrasilerin sahte de olsa bize verdiği bir ”kendi
kendimi yönetiyorum, özgürüm”
hissi var. Ancak insan dediğimiz canlı türünün elindekiyle
yetinen bir yapısı yok. Özellikle gündelik hayatında belli bir
ruhsal ve ekonomik doyumu bulduysa özel hayatında ve hayal
dünyasında da o kadar çeşitlemelere giriyor. Yapılan bir çok
araştırma, belli başlı fetiş gruplarına meyilli olanların
eğitim ve gelir düzeyinin yüksekliğine işaret ediyor.
Nasıl sevdiğimiz
insanla bir pazar akşamı evimizde, kanepede oturup mısır patlağı
yerken motorlu testere ile biçilen veya harika görsel efektlerle
yaratılan patlamalarda yüzer yüzer ölen insanları ekranda
görmekten zevk alıyorsak, kendi fantezi dünyamızda da
yönetilmek/yönetmek, bastırılmak/bastırmak istiyor, kendimizi
şiddeti uygulayan veya maruz kalan insanın yerine koymayı
arzuluyoruz.
Bunun günlük
hayatımızda eksikliğini çektiğimiz rollerle ilgisi olduğunu
söyleyenler var. Aynı fikirde olmadığımı söylemem lâzım.
Bazı ticarî filmler veya yayınlarda ”güya” bu tezata gönderme
yapılarak bir komiklik havası estirilmeye çalışılmasının
bunda payı var diye düşünüyorum. Otoriter bir yöneticinin evde
karısı tarafından bezlenmek istemesi gibi…
Doğal olarak modern
bir şehirli insanın günlük hayatında artık görmediği, görse
bile hissetmediği baskı, kontrol ve şiddeti temsil eden
kıyafetleri ve sembolleri, içerdikleri erotik anlamlar ile beraber
değerlendirip, çekici bulmamız kaçınılmaz. Alt kültürler
derken yolu ve yuvası Avrupa’dan geçmiş, bu süreçte Neo-Nazi
kültürüne göz aşinalığı yaratmış olanlarımız,
kıyafetlerine ve White Power müziği dedikleri janr’a göz
attıklarında bu sembolleri görmüşlerdir. Bir çok genç
insanın, aşırı sağdaki fikirlerden çok sembollerine ve
kıyafetlere vurulmalarının, onları bu gruplarla bir araya
getirmiş olabileceğini düşünmüşümdür.
Hatta savaşta
kafalarına atom bombası yiyen ve ulusal kimliklerine son derece
bağlı olan Japonların bile her türlü Batı kültürünü adeta
vakumlayarak emer gibi kendine alması ve dönüştürmesi
alışkanlığından bu akımın da payını almış olması çok
şaşırtıcı olmamalı. Ancak burada rol oynayan bir başka unsur
daha var. Zira Batı’dan farklı olarak Doğu Asya’da, okul
kitaplarında, savaş Almanyasının liderleri kararlılığı,
cesareti ve onuru temsil ediyor halen. Japonya da kendini Doğu
ırkları arasında üstün ırk olarak kabul eden bir millet olduğu
için özellikle Nazi kıyafet ve sembollerinin bir fetiş unsuru
olarak popüler olması hiç anormal değil. Zaten Japonya’da ne
anormal ki? Bir Japonun cinsellik ve fetiş konusunda hayretle
baktığı bir olaydan haberdar olursam zevkle bloglayacağım.
Blogda ara ara yer
verdiğim, Japonya’da ikâmet eden İngiliz sanatçı Trevor
Brown’ın Nazis Are Sexy adlı çalışmasına bir okuru bozulmuş.
Yokedilen milyonlarca yahudinin katili olan bir düşünceyi
yüceltmek, propagandasını yapıp, seksi göstermeye çalışmakla
suçlamış… Fantezilerin ve fantezilerin içindeki erotizmin
sınırları olmadığını bazı insanların anlayamayacak olması
çok yazık. Bu tip resmi ya da gayri resmi, herkes tarafından aşağı
yukarı kabul gören düşünceleri (politically correct deniyor) her
fırsatta gagalar gibi kafaya vuranlar her daim olacak.
Bir diğer örnek,
çoğumuzun bildiği Der Nachtportier-Gece Bekçisi adlı film.
İtalyan yönetmen Liliana Cavani’nin bu filminini o çok ünlü
afişinden çıplak ve ince bir vücudun üzerindeki kemer askı,
siyah uzun eldivenler ve Nazi şapkasını birleştiren görüntüsü
ile yazının başında kullanmıştım. Burada da Charlotte Rampling
ve Dirk Bogard’ın beraber bir sahnesini koydum. Hem Rampling hem
de Bogart’ın kıyafetleri özenle seçilmiş. Nazi üniformasının
sertliği, otoriter havası ve yine bu üniformanın izleyenlerin
belleklerinde uyandırdığı anılar (filmin yapım tarihi, savaştan
yalnızca 29 yıl sonrası, yani 1974) ile Rampling’in bir kız
çocuğunu andıran düz ve kıvrımsız vücudu, masumluğu
çağrıştıran beyaz elbisesi ve tüm bu görüntüleri tamamlayan
beyaz çorapları ve ayakkabıları ile ne de güzel bir tezat
oluşturuyor… Bu derece güzel işlenmiş bir kompozisyonda aradaki
yaş farkının oluşturduğu bir başka zıtlığı fark etmeye
nefesi bile yetmiyor insanın.
Liliani Cavani bu
filmde izleyicilerini erotizmle gıdıklarken, II. Dünya Savaşı’nın
korkunç anılarını kullanmakla suçlanmıştı.
Bilemiyorum biraz
off topic kaçar mı? Ancak çok yakın bir zamanda kendi yaşadığım
bir tecrübede, birbirini tokatlayan iki kadının videosunu seksi
bulmam bazı kafalarda soru işareti yaratmıştı. Ona dayanarak
açıklasam daha iyi olacak gibi. Birbirini tokatlayan kadınlar,
tokadın suratta patlama sesi, duyulan ıh lar ve ohh lar benim için
cinsel uyarıcı. Buna mukabil, hayatımda bir kadına elim kalkmış
değil. Yaşlıların da koluna giriyorum bazen karşıdan karşıya
geçerken. Yolda gördüğüm köpek yavrularını okşayasım
geliyor. Bunlara ne diyeceğiz?
Faşist değilim ama
Nazi üniformalarını çok seksi buluyorum. özel hayatımda
karışanın, görüşenin olmamasıdır belki de bunun sebebi.
Disipline duyulan bir özlem? Hahahah!!! Kim bilir, belki de öyle,
evet! Tek eksiğim disiplin olsun. Ya yönetici olsaydım? Çocuk
bezi için çok pahalı diyorlar… Bu arada II. Dünya Savaşı’nın
Nazi üniformalarının Hugo Boss tarafından tasarlandığını
biliyor muydunuz?