23 Ekim 2013 Çarşamba

Fetişizm.

//Alıntıdır.

Cinsellik ve karanlıkta kalmış arzuların ulu orta afişe edilmesine karşı olan serzenişleri bir kalemde silip atmayalım. İstemeden de olsa ahlâkçılar, bu tutumları ve baskılarıyla ahlâksızların önünü açıyor, onlara yol gösteriyor.
Liberal ve açık düşünceli olmak bir yana ama bazı şeyler biraz da bastırılmaya çalışılmazsa bu baskıya verilen tepkiler ve dışavurumun binbir çeşit icadlarından sanki mahrum kalacağız.
Örneğin kutsal kitapların ve bazı ideolojilerin tasvir ettiği cennet veya sınıfsız bir toplum gibi mükemmel olduğu varsayılan ortamlar (!) son derece can sıkıcı ve durağanken, (kendilerince) ”kötülüğe” karşı tepkilerle oluşan subkültürler ve yarattıkları kendilerini ifade etme biçimleri ve dünyayı algılama şekilleri çok daha heyecan verici değil mi?
Üniformalı, sigortalı, sendikalı temizlik işcilerinin bakımını yaptığı düzenli, planlı yapılmış betondan sosyal konutlara karşı graffitiler ile cinsel organı sansürleyen bir kültürün, devamında bukkake‘ye yol vermesi arasındaki ilişkiyi anlamak lâzım.
Sınırsız ve serbest cinselliğin yaşandığı bir dünyada, erkekler iş arkadaşlarını tuvalette kıstırıp, başlarını musluk altına sokarken döpiyesi sıyırıp, külotlu çorabı yırtarak onları düzmenin hayalini kuramazdı. Ya da kadınlar fotokopi makinasının üzerinde düzülürken periyodik olarak kalçalarının altından geçen ısı ve ışık dalgalarını labia çeperlerinde hissetmeyi düşleyemezdi.
Evet.. Kafamızda kurduğumuz minik fantezilerimizi ayıplanmadan ve kısıtlanmadan gerçekleştirebilmek hiç de çekici bir durum değil. Çünkü tuvalette kıstıracağın iş arkadaşının onu düzmene izin verip vermeyeceği, senin bu olayı sürekli ikirciklenmelerle planlama sürecin, yakalanınca ayıplanma ve hatta kovulma tehlikesinin verdiği heyecan, yırtık çorabın arasından girip, külodu bertaraf edecek penisinin vulva çeperine sürtünmesinden alacağı zevke göre çok daha fazla.
Demek ki bazı kuralların ve kısıtlamaların olduğu ortamlar, yaratıcılığa davetiye çıkartırken, kural dışılığı veya günahkârlığı daha da câzip bir hale getiriyor. Graffiti’nin güzelliği ve anlamı, bukkake’nin erotizmi ile aynı paydada birleşiyor.
Yapma mı dedin? Gösterme mi dedin? Günah mı dedin? Hassiktir ordan! Bak ne yapıyorum?
Bunun bir örneği, Türkiye’nin es geçtiği, 70 lerin punk kültürü. Bu dönemin Avrupalı gençleri, İkinci Dünya Savaşı neslini şok edip, orta parmakları ile onlara ”fuck you” çekmenin bir başka yolunu bulmuşlardı. Kıyafetlerinde Nazi sembolleri taşımak… Babalarının savaşıp alt ettiği düşmanlarına ait o sembolleri tekrar gözlerinin içine sokup, başkaldırıyı, alayı, umursamazlığı ve fuck you’yu görselleştirmekti amaçları.
Tabii tüm bu swastika sembollerinin veya zamanla yine popüler olan orak ve çekiç gibi sembollerin yadsınamaz bir etkisi var insanlar üzerinde. Baskı, kontrol, yasak ve şiddeti hatırlatıyorlar bize…
Teknolojiler ve demokrasi gelişti (demokrasi gelişti’den sonra smiley var). Artık totaliterizm, kendini gizlemenin yollarını bulmakta zorlanmıyor. İnsanların zamanla sahte bir özgürlük hissine kapıldığını gözlemlemek bazılarımız için zor olmasa gerek. Evet, Nazi Almanyası yok artık, Sovyetler de dağıldı. Dünya yine de daha iyi bir yer oldu mu olmadı mı tartışılır. Ancak tüm dünya insanları olarak giderek zenginleştiğimiz yadsınamaz bir gerçek. Ve demokrasilerin sahte de olsa bize verdiği bir ”kendi kendimi yönetiyorum, özgürüm” hissi var. Ancak insan dediğimiz canlı türünün elindekiyle yetinen bir yapısı yok. Özellikle gündelik hayatında belli bir ruhsal ve ekonomik doyumu bulduysa özel hayatında ve hayal dünyasında da o kadar çeşitlemelere giriyor. Yapılan bir çok araştırma, belli başlı fetiş gruplarına meyilli olanların eğitim ve gelir düzeyinin yüksekliğine işaret ediyor.
Nasıl sevdiğimiz insanla bir pazar akşamı evimizde, kanepede oturup mısır patlağı yerken motorlu testere ile biçilen veya harika görsel efektlerle yaratılan patlamalarda yüzer yüzer ölen insanları ekranda görmekten zevk alıyorsak, kendi fantezi dünyamızda da yönetilmek/yönetmek, bastırılmak/bastırmak istiyor, kendimizi şiddeti uygulayan veya maruz kalan insanın yerine koymayı arzuluyoruz.
Bunun günlük hayatımızda eksikliğini çektiğimiz rollerle ilgisi olduğunu söyleyenler var. Aynı fikirde olmadığımı söylemem lâzım. Bazı ticarî filmler veya yayınlarda ”güya” bu tezata gönderme yapılarak bir komiklik havası estirilmeye çalışılmasının bunda payı var diye düşünüyorum. Otoriter bir yöneticinin evde karısı tarafından bezlenmek istemesi gibi…
Doğal olarak modern bir şehirli insanın günlük hayatında artık görmediği, görse bile hissetmediği baskı, kontrol ve şiddeti temsil eden kıyafetleri ve sembolleri, içerdikleri erotik anlamlar ile beraber değerlendirip, çekici bulmamız kaçınılmaz. Alt kültürler derken yolu ve yuvası Avrupa’dan geçmiş, bu süreçte Neo-Nazi kültürüne göz aşinalığı yaratmış olanlarımız, kıyafetlerine ve White Power müziği dedikleri janr’a göz attıklarında bu sembolleri görmüşlerdir. Bir çok  genç insanın, aşırı sağdaki fikirlerden çok sembollerine ve kıyafetlere vurulmalarının, onları bu gruplarla bir araya getirmiş olabileceğini düşünmüşümdür.
Hatta savaşta kafalarına atom bombası yiyen ve ulusal kimliklerine son derece bağlı olan Japonların bile her türlü Batı kültürünü adeta vakumlayarak emer gibi kendine alması ve dönüştürmesi alışkanlığından bu akımın da payını almış olması çok şaşırtıcı olmamalı. Ancak burada rol oynayan bir başka unsur daha var. Zira Batı’dan farklı olarak Doğu Asya’da, okul kitaplarında, savaş Almanyasının liderleri kararlılığı, cesareti ve onuru temsil ediyor halen. Japonya da kendini Doğu ırkları arasında üstün ırk olarak kabul eden bir millet olduğu için özellikle Nazi kıyafet ve sembollerinin bir fetiş unsuru olarak popüler olması hiç anormal değil. Zaten Japonya’da ne anormal ki? Bir Japonun cinsellik ve fetiş konusunda hayretle baktığı bir olaydan haberdar olursam zevkle bloglayacağım.
Blogda ara ara yer verdiğim, Japonya’da ikâmet eden İngiliz sanatçı Trevor Brown’ın Nazis Are Sexy adlı çalışmasına bir okuru bozulmuş. Yokedilen milyonlarca yahudinin katili olan bir düşünceyi yüceltmek, propagandasını yapıp, seksi göstermeye çalışmakla suçlamış… Fantezilerin ve  fantezilerin içindeki erotizmin sınırları olmadığını bazı insanların anlayamayacak olması çok yazık. Bu tip resmi ya da gayri resmi, herkes tarafından aşağı yukarı kabul gören düşünceleri (politically correct deniyor) her fırsatta gagalar gibi kafaya vuranlar her daim olacak.
Bir diğer örnek, çoğumuzun bildiği Der Nachtportier-Gece Bekçisi adlı film. İtalyan yönetmen Liliana Cavani’nin bu filminini o çok ünlü afişinden çıplak ve ince bir vücudun üzerindeki kemer askı, siyah uzun eldivenler ve Nazi şapkasını birleştiren görüntüsü ile yazının başında kullanmıştım. Burada da Charlotte Rampling ve Dirk Bogard’ın beraber bir sahnesini koydum. Hem Rampling hem de Bogart’ın kıyafetleri özenle seçilmiş. Nazi üniformasının sertliği, otoriter havası ve yine bu üniformanın izleyenlerin belleklerinde uyandırdığı anılar (filmin yapım tarihi, savaştan yalnızca 29 yıl sonrası, yani 1974) ile Rampling’in bir kız çocuğunu andıran düz ve kıvrımsız vücudu, masumluğu çağrıştıran beyaz elbisesi ve tüm bu görüntüleri tamamlayan beyaz çorapları ve ayakkabıları ile ne de güzel bir tezat oluşturuyor… Bu derece güzel işlenmiş bir kompozisyonda aradaki yaş farkının oluşturduğu bir başka zıtlığı fark etmeye nefesi bile yetmiyor insanın.
Liliani Cavani bu filmde izleyicilerini erotizmle gıdıklarken, II. Dünya Savaşı’nın korkunç anılarını kullanmakla suçlanmıştı.
Bilemiyorum biraz off topic kaçar mı? Ancak çok yakın bir zamanda kendi yaşadığım bir tecrübede, birbirini tokatlayan iki kadının videosunu seksi bulmam bazı kafalarda soru işareti yaratmıştı. Ona dayanarak açıklasam daha iyi olacak gibi. Birbirini tokatlayan kadınlar, tokadın suratta patlama sesi, duyulan ıh lar ve ohh lar benim için cinsel uyarıcı. Buna mukabil, hayatımda bir kadına elim kalkmış değil. Yaşlıların da koluna giriyorum bazen karşıdan karşıya geçerken. Yolda gördüğüm köpek yavrularını okşayasım geliyor. Bunlara ne diyeceğiz?
Faşist değilim ama Nazi üniformalarını çok seksi buluyorum. özel hayatımda karışanın, görüşenin olmamasıdır belki de bunun sebebi. Disipline duyulan bir özlem? Hahahah!!! Kim bilir, belki de öyle, evet! Tek eksiğim disiplin olsun. Ya yönetici olsaydım? Çocuk bezi için çok pahalı diyorlar… Bu arada II. Dünya Savaşı’nın Nazi üniformalarının Hugo Boss tarafından tasarlandığını biliyor muydunuz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder