16 Eylül 2013 Pazartesi

Misantropiye giriş


Önceki yazım sonrası sizinle ne paylaşsam da yazmaktan kurtulsam dedim ve bununla idare edin.

NOT: Lütfen bu yazıyı sevgi dolu hümanistler ve insanlardan nefret ettiğini söyleyip aralarına karışmak için can atan, insanlardan uzak kalmak istediğini söyleyip Facebook’tan “Knklar Kadıköy’de olanlar buluşalımmmm” diye durum güncelleyen ergenler okumasın.


İnsanoğlu evrimiyle kazandığı gelişmiş bir beyne ve gayet kullanışlı bir başparmağa sahip tüysüz bir maymun türüdür. Ve elindeki bu muazzam güçle dünyaya hükmedecek bir teknoloji ve sistem yaratmıştır. Şimdi hepimizin elimizin altında birer matematik ve teknoloji harikası olan bilgisayarlar, ardımızda kıçımızı soğuktan koruyan geçmiş günlerden dünyaya hatıra kalmış fosil yakıtlar, çevremizde bizleri zalim ve acımasız dış dünyadan sınırlar var. Dışarıdan bakıldığında bir maymun için fevkalade bir başarı gibi görünüyor. Peki gerçekten de öyle mi? Bütün bu başarı hikayesinin ve gövde gösterisinin ardında kan, bencillik, vahşet ve terör bulunuyor. Bir baba düşünün; onlarca çocuğu var ve bu çocuklarının hepsinin tek görevinin kendisine hizmet etmek olduğunu sansın, keyfi için çocuklarını öldürmekten çekinmesin, çocuklarını saçma sapan özelliklerine göre sınıflandırıp birbirleriyle kavga etmelerini sağlasın. Normal şartlar altında bu bireyin çevreye karşı zararlı olduğu için bir yere kapatılması ve ıslah edilmesi gerekir. “İyi” olan budur çünkü. Bu örneği biraz daha genişletirsek babanın aslında “insan”ı temsil ettiği görülebilir. O muhteşem insanoğlu o kadar bencildir ki tüm dünyanın sadece kendisine ait olduğunu, kendisi dışındaki diğer hayvanların sadece kendisi için var olduğunu düşünür. Sırf “lüks” beslenebilmek için eti yenebilen hayvanları güneşe hasret toplu ahırlarda hapsedip, vahşi şekilde keserek gereğinden kat kat daha fazla tüketir. Toplumun standartlarının daha üstünde bir karşı cinse kendini becertmek için hayvanlar üzerinde denenmiş, çevreye ve kullanana zararlı kimyasalları bedeninde kullanmaktan çekinmez. Diğer hayvanların yaşam alanını kendi saçma sapan lüksleri için talan eder ve bunları yaparken de dünyanın doğal dengesini bozmaktan hiç çekinmez. Ve o kadar ikiyüzlüdür ki tüm bu bokları yedikten sonra evine bir “pet shop”tan aldığı kediyle ya da ehlileştirerek yozlaştırdığı köpekleri besleyerek “hayvan sever” olduğuna inanır ve katil vicdanına mastürbasyon yapar. Evet insanın da diğer tüm canlılar gibi yaşama ve barınma hakkı vardır. Ama insan denen bu tüysüz maymun bu hakkını kullanırken diğer tüm canlıların haklarını keyfi için yoksayar. Diğer hayvanlar sadece ihtiyaçları kadarını alırken insanoğlu ihtiyacından kat kat fazlasını alır ve bunu yaparken hiçbir şeyi de umursamaz. İnsan dünyanın vebasıdır, insan zararlıdır. Rehabilite edilmesi hatta yok edilmesi gereken deli babadır. Ve insan o kadar zararlıdır ki kendi tarihinden itibaren kendisine zarar vermekten de çekinmez. Açgözlü devlet kurucularının uydurduğu milliyet ve ırk kavramı için, var olduğunu sandığı tanrıları için, doğaya ait olanı kendi malı olarak gördüğünden ortaya attığı “para ve mülkiyet” kavramları için birbirlerini öldürmüşlerdir. Alttaki insanlar her ne kadar siktiriboktan tanrıları ya da yüce ulusları için savaştığını ve öldüğünü düşünüp ölümü kutsallaştırsa da üstteki insanlar onları kendi egoları ve çıkarları için öldürür ve öldürtür. Savaşlarda her zaman galip üstteki insanlar olmuştur. Siktiriboktan tanrılar ya da yüce uluslar(!) değil güçlenen ve büyüyen bu insanların mirası olur. Görüldüğü üzere insanlar manipülasyona ve birbirlerine zarar vermeye oldukça yatkın hayvanlardır. Gelişmiş beyinlerine rağmen hala böyle aptal şeylere inanabilmesi ve böyle şeyleri savunabilmesi hatta böyle şeylerin uğruna ölebilmesi nereden gelir? Cevabı basit; insanın bencilliğinden gelir. Bu bencillik diğer hayvanlarda da olmakla beraber bu bencilliğin en yıkıcı hali insanlarda bulunur. Bir insanın vatanı ve milleti için ölmesi, şehadet. Çok yüce eylemler gibi görünüyor değil mi? Bunları yapan herkes kahraman değil mi? Hayır, değil. Bunların savunulmasının tek nedeni insanın yegâne amacının kendi genlerini diğer nesillere aktarma içgüdüsüdür. İnsanların kendilerini bir millete, oluşuma ait hissetmesi ve o millet ve oluşumlar uğruna ölümü göze alması tamamen içgüdülerinden kaynaklanır. İlk insanlardan örnek vermek gerekirse bir insanın genleri ve kendi genlerine en benzer genler kendi kabilesinde bulunur. Yani genlerinin gelecek nesillere aktarılabilmesi kabilesinin korunmasından geçer. Zaman geçti, insan sopayı bırakıp eline tüfek aldı, kabilelerden ayrılıp devletleri kurdu. Değişmeyen tek şey insanın bencilliği oldu. Ve bu aidiyet hissi genlerimize öyle kazınmış ki bugün futbol takımı taraftarlarında bile gözlemlenebilir. Karşı takımdan nefret etme, kendisi gibileri koruyup kollama, en iyi olduğuna inanma vesaire… İnsan bu genleri yüzünden her zaman kendisini bir yerlere ait olmak zorunda hissedecek, kendisi gibi olmayanları dışlayacak, kendisi gibi olanları korumak için gerekirse canını bile verecek ve kazanan üstteki insanlar olacak. Bütün bunları yaptıktan sonra sevgi dediği yalanla kendisi gibi olanları kucaklayacak. Bir annenin bebeğine olan sevgisi de dâhil dünya üzerinde hiçbir sevgi saf ve masum değildir ve olamaz. İnsan bencildir ve kendi çıkarı olmayan hiçbir şeyi yapmaz. Bir anne çocuğunu kendi genlerini taşıdığı için sever, bir insan tanımadığı ve sahip çıktığı birini tatmin olan egosu için sever, bir kişi sevgilisini kendi üzerinde bıraktığı izlenim için sever… Bizler birini ya da bir şeyi sevmeyiz kendimizdeki şeyleri severiz sadece. Kısacası insan sevilecek, savunulacak bir şey değildir. Üzerine doğanın kanı bulaşmış, bencil, ikiyüzlü, aptal, tehlikeli ve düşüncesiz bir tüysüz maymundur. Arkasına saklandığı medeniyet, insanlık, barış gibi duvarlar başka insanlar tarafından yıkıldığında bütün çıplaklığını gösterir. Bir doğal afetten ya da savaştan sonra ölüleri yağmalayacak, bulduğu herkese tecavüz edecek, öz çocuğunu öldürebilecek kadar cani ve bütün bunların başlarına gelmesine sebep olan bencil efendilerinin ve siktiriboktan tanrılarının adına heykeller dikip anıtlar yapacak kadar da aptaldır. Ve hepimiz şu veya bu şekilde bu insan kavramının birer parçasıyız. İnsandan nefret edebilmek için kendinizi tanıyıp kendinizden nefret edebilmeniz, o büyük bencilliğinizi ve egomuzu yok etmeniz gerekir. İnsanlığa olan nefret kendine nefretle başlar.
Kalemim fazla iyi değil, pek güzel bir yazı olmadı. Sürç-i lisan ettiysek af ola.

Sinir YÜKÜ!

     Dünya üzerinde iyiliğin yavaş yavaş kaybolduğu düşüncesi son günlerde yerini yavaş yavaş değil de daha hızlı kayboluyormuş hissine bıraktı. Her zaman için insanoğlu aynı yanılgı içerisine girmiştir, suda kaybolan kireç yanılgısı.

     İnsanlara karşı olan nefretim körükleniyor. Neden kimse yapması gerekeni yapmıyor. Acaba benim için de aynı eleştirileri yapıyorlar mı?

      Yemin ederim, yazasım bile yok, değmez diyorum anlatmaya yazmaya.

      Son günlerde o kadar sinir yüklüyüm ki kimse beni böyle görmemiştir.