31 Mart 2012 Cumartesi

Neredesin Yağmur.

       EK 1: Suskunlar izliyorum bugün filmden aldığım konuşma aynen şöyledir:
Damat- Birini seviyorsan güvenicen
Ahu- Kötü birşey yapsa bile mi?
Damat- Asıl kötü birşey yaparsa...Birini seviyorsan dicen ki yaptıysa başka çaresi kalmamıştır. Öyle yapıcan birini seviyorsan

        İnanırım Damat'a seviyorum diyorsan yanında olursun, seviyorum diyorsan dinlersin karşı tarafı en azından gelirsin yanına, düştüğünde nasıl düşerse düşsün kaldırırısın.


       Bugün okuyorum genç, yarın da okuyacağım elbet. Hep genç kalacak olmasam da okuyacağım hep. Sevdasız bir hayatı hatırlamak mı daha zor yoksa unutmak mı?Yalnız adamlıktan çıkıp sevmek mi daha zor, sevdiğinin olduğu bir hayatı geride bırakmak mı? İkisinde de sevdiğin birşeyleri kaybetmiyor musun? Yalnız adam yalnızlığı sevmez mi? Onsuz kalmak basit işte o yok artık demek. "Seviyorum ama istemiyorum"muş cümlesi. Sorun ne? Candan "Gururun neye yarar ki yalnız kalmaktan başka" demiş. Gurur mu yaptın? Yok anladım, sen beni sevmedin aslında, sen terk etmemi istemedin, gelişimi istemeyi sevdin belkide. Ben son hamlemde gururumu bile sana bıraktım olsun. Sen yokken okurdum hep, okuyacağım yine elbet. Ama sen tavizci olduğumu düşündün benim. Ben sende sıradanlaştım gibi artık, sonra gelip neden yakınlaşmıyorsun insanlarla diye sorma! Cevap ortada değil mi daha? Yakınlaştığında bayağılaşırsın insana...Seviyor mu? Sevmeyecek elbet. Bazen sevmeyeceğii bile bile yakınlaşırsın insana bu seni "sapık" yapar, bazen de sevdiğini bile bile gitmezsin kadınına bu seni "odun" yapar, ne gittiğin için ne de gitmediğin için severler seni, onlar zaten sever ama ya sapık sever ya da odun sever. Yaramaz bir adamım bu konuda, ne sapık olabildim ne de odun.

      Afilli aşk cümleleri. Güneşli,sahilli,kalpli,gözyaşlı,titremeli falan filan. Bana göre değil demiştim. İçimden hiç geçmedi mi öyle şeyler belki çok, yazmadım mı öyle cümleler nadir. Yalnız yeni inkişaf ettirdiğim bir kelime var : SEVDA. Gerçekten söylemesi bile romantizm içeriyor. Kelime kalın ile bittiği içinde karizmatik bir tonlaması da var. Muhteşem. Konumuzla alakası: Yok.

       Belki de var, yeni düşündüm. Sevda tanımlamalarımız. Aşk'ın tarifi yok derler ya hani hep durmadan devamlı, olması mümkün gözükmüyor zaten. O kadar farklı ki sevdiğimiz şeyler, seviş yöntemimiz, seviliş isteme yöntemimiz, aşk bunlara cevap verebilecek bir tarife,tanıma asla kavuşamaz sanırım. Kimine kıskanmasıdır sevgilisinin aşk, kimine soğuk durmasıdır aşk. Siz kendi tarifinize seviş yönteminize uygun kişiyi bulabilirsiniz ama bakalım onun istediği seviliş öyle mi? SEVİŞMEYİ bilmeli insan gerçkten.

      O beni sevdi ama benle sevişmek istemedi. Sevişelim mi dediğimde ise yanlış anladı, beni sıradan yorumladı. Beni en çok üzen şey bu, beni tanıyamamış dedim, ağladım. Ne zamandır ağlamıyordum iyi oldu. Keşke bunu söylemeseydi.
   
      Konuşmayacakmış benimle, herşeyi kendi ellerimle mahvettiğimi düşünüyor. Bu eller mahvetmiş olabilir ama mahveden ben değilim.

      SON KARAR : Anlattığım da birşeylerin değişeceğine inansaydım eğer, durmadan ona size bana herkese anlatırdım gerçekleri ne hissettiğimi yaptığım herhangi bir hareketi neden yaptığımı ya da yapmadığımı. Şu an üzülmekten başka hiçbirşey gelmediği bir zaman dilimindeyim, bu zaman diliminden çıkınca da birşeyler yapmak istemeyeceğim. Kırmızı kart gördüm bu oyunda, her ne kadar ofsayt olmasa da oyun dışı kalmak oyunu oynayamamanız demek, en fazla tribünden bağırırsınız ve etki miktarı : 0. Top sende, telafisi için yapabileceklerin var elbet, bugün mesela, Always mesela.... Ama yok senden böyle bir hareket beklemek sahra çölüne yağmur yağmasını ümit etmek kadar aptalca... Bir aralar Yavuz Sultan kadar şaaşalı gözüktüğümde gözüne gerçekten yağmur yağıyordu sahra çölüne ve emin ol sahradan daha güzel bir yerde bile benim için yağmurun tadı yok. Gitmediğim diyarlara gideceğim sen buraya yağmur getirmezsen eğer kısa süre de. Ömrümün sonuna kadar seni seveceğim demek isterdim ama demem, yalan söylemedim söylemem.

29 Mart 2012 Perşembe

Bir Kavalla Yılanın Hikayesi.

     Adam olanı sevmezler bu devirde; erkek olanı, aşifte olanı, güçlü olanı, cezbedici olanı, zengin olanı, fakir olanı severler de adam olanı sevmezler bu devirde.
   
      Haysiyetsizlik! İnsanların umrumda olmasını belki bıraktım ama haysiyetsiz olan insanların benim bulunduğum ortamı haysiyetsizleştirmesi, hele bir de benim haysiyetsiz olmamı ya da olduğumu düşünmesi beni deli ediyor! eğer haysiyetsizliğe bulanmamı istiyorlarsa ben bunu yapamam. Murat MENTEŞ gibi kolombiya kıravatı takasım geliyor bazen. Haraketlerimin haysiyetsizliğe yorulması kadar aşağılayıcı ne olabilir?

     Sevda, belki fedakarlıkla eş konumda görülür. Uzaktır halbuki ikisi, severler birbirlerini ama uzaktırlar da aslında.

     Erkeğin kadına çıldırışı, bağırışı belki. Sabırlı bir erkek neden bağırır ki sevdiğine. Sevdiğini belli etmemesine mi? Anlamaz mı bayan erkeğinin sevilmeyişine bağırdığını. Kıskanmak mı bu? HAYIR! Sadece bir dilek dilemiştir ve sevdiği yapmamıştır, kırılır kaval cezbetmez olur artık yılanı.... Sonra yılan kafasını eğer, eğer gözyaşları olsaydı eminim dökülürdü, kafasını eğer rahatsız olur kırık kavalın sesinden.

     Toplar tüm gücünü kaval, bildiğinden aralarındaki en güzel yılanı tavlayamayacağından grubun belki en toy, en kaypak yılanına öter gelse de anlatsam derdimi, yılan alfabesinde anlatsa kraliçe yılana diye. Yanlış anlarlar kimin götü kalkar, kimi üzülür benden aşa birine çalıyor diye. Kaval sikeiym böyle hayatı der, sesimi kaybettim.

      Son dakikalarında son çırpınışlarını yapar insan, en güçlü hali o zaman olurmuş öyle derler. Son güç aslırsın Seyit Onbaşı misali. Ama ona yardım eden güç belki sana etmez, şans her zaman gülmez adama.

      Belki başka baharda başka bir nehir kıyında yılan başka bir yılana aşık olur rahat eder, kaval küflenir. Sahibine bile itaat edemez haldedir, şanslıysa bu konuda birkaç nesil akar düşünceleri, melodileri. Sonrası belki Tanrı'ya belki doğaya kalmıştır. En azından iki aşifte yılanın kurbanı olmadan ölebildim demiştir kaval. Güzel çalardı da der elbet birileri......

28 Mart 2012 Çarşamba

Halüsinejik Beyin

   Hayata dönüşümüz, hayata gelişimiz umursamayla başladı ve biz umursadığımızda bıraktık mutluluğu, Adem'in elmayı Allah'ın emrinden daha fazla umursadığında bıraktığı gibi mutluluğu.Dünyanın işleyişi bu olay üstüne kurulmuş ise eğer dünya umursama üzerine kuruludur. Dolayısıyla bu hayat mutluluk getirmeyecekti çünkü umursamak büyük sırdı, anahtar kelimeydi, mutluluğun yok olma sebebi ve cennetin sönüşü demekti.
 
    Neyi umursayıp neyi umursamadığınıza bağlıdır mutluluk, kader vardır ve siz çoğu zaman umursamanıza hükmedemezsiniz. Farklı davranırsınız, umursamaz taklidi yaparsınız belki, üstüne çok insan çıkarırsınız hayatınızdan belki de umursuyorum dediklerinizden bile ama bunların hiçbiri mutlu etmez, sadece size kaderinizi yönlendirdiğinizi düşündürtür. Pekçoklarının hayatını mahveden birşeydir bu, çoğu zaman kibir bile yapar adamda, Al Capone'un dediği gibi "Kara El"iniz vardır sizden habersiz hiç birşey olmadı sanırsınız ta ki "ibine" bir savcı gelip vergiden içeri atılana kadar.
 
    Mutlu olmak için belki de gerçekten tevekkülü bilmemiz gerekiyor. Bunu hırka,seccade muhabbeti gibi görenler için sanırım gerçek mutluluk bir nebze halüsinejik kalıyor.

    Basiretimin bağlanması demek bu olsa gerek, beynim çöl gecesinde serin düşündüğünü zannederken sabahki güneşin çarpıntısını unutmuş gibi hareket ediyor. Kimsenin de böyle bir düşünce yapısının çıktısını anlamasını beklemem.(Anlayabileceğini düşündüğüm insanlar oldu hata edip haddinden fazla yakınlaştım ve resmen sığlıklarıyla boğdular beni.) Çünkü umursadım, hata ettim, beynime çelme taktım resmen. Aklımdaki düşünceleri onlara gösterebilmek için tek tek alıp karaya çıkardım sevsinler diye, onlar yüzemiyordu çünkü, ne yapabilirdim ancak karada okuyabiliyorlardı düşüncelerimi, sudayken sadece anladıklarını düşünüp hareket ettiler bana karşı hakaretvari şekilde ve bu o kadar çanımı sıkmıştı ki aldım tek tek tek karaya çıkardım düşüncelerimi ve onların sığlığında öldüler...
 
   Sonra da gelip hepsini mutlu olmak, mutlu etmek için yaptım dedim. Halbuki o halusinejik beyinden bende de varmış ve bu gerzeğin en çok övündüğü konu çevresindeki insanlarla uyum sağlama yeteneğiymiş. Ne yetenek ama... Mutlu olmak için mutlu etmek gerektiğine inanmış yıllarca belki de... Gülümsicek tabiki hala özünde iyi bir insan kalp kırmaca yok ama halüsinejik olup, insanların kendisini sevdikleri gibi bir yalna inanmayacak. Çünkü umursamak anahtar kelime, sen umursadığında kaybediyorsun, neyi umursarsan umursa kesin kaybediyorsun, özellikle insanları umursadığında kesin kaybediyorsun.
 
   Gelip biri normal olduğumu söylese keşke ama gelmez bu saatten sonra biliyorum. "Bu da geçer!" zikrine başladım çoktan, volta neyim atıyoruz işte, kabul edeceğinz elbet halisünasyonları ya da gerçeği. Hem Suskunlar ne demiş "Hatırlamak unutmaktan zordur."
    Gelip bana "Hayatımda gördüğüm en duygusal-kontrol dengesine sahip adamken neden duygularından vazgeçiyorsun?" derseniz Halüsinejik, basireti bağlı dolanmayı sevmediğimden diyebilirim rahatça.

   Hep kızıyorum ya insanlara ürkeksiniz, körsünüz diye. Pekte haksız sayılmam. Çocukluğumda çok kötü bir özelliğim vardı, yalan manyağı bir adamdım. Beyaz, siyah farketmez hiçbir işin doğrusunu söylemezdim. Sonra farkettim ki en doğru konuşan adam benim. Hep yalan söylediğimden tersinin doğru olacağını bilineceğinden de değil ha bu. Hareketlerim, düşündüklerim, yaptıklarım arasında hiçbir fark yoktu. Oysa insanlar çoğu zaman zarar görecekleri düşüncesiyle inanmasalar dahi doğruyu söylerlerdi, farklı davranır, farklı düşünürlerdi. Bunun nefreti hala içimde büyük yer kaplıyor sanırım. Bu nefret büyük olarak kalmaya devam edecek sanırım, yaşadığım çoğu şey teyit mahiyetinde.

24 Mart 2012 Cumartesi

Kafka ve Ben mi??

Kısraktan konuştuk cuma günü. Dünyanın sonundan falan da konuştuk. Bugün Aycan'dan konuştuk birde, Bu öteki Aycan'ın bana doğum günü hediyesini hatırlattı. Kısrak ne alaka derseniz Kısraktan konuşmasaydık ben bugün bir kısrak gibi koşma gücünü gösteremez ve gitmezdim arkadaşlarımın yanına ama iyi olmuş Kısrak muhabbeti, gittiğime sevindim. Paracıklarım havada uçuştu, sınav haftası sonrası dağılan stresim oldu onlar benim. Neyse öteki Aycan'ın doğum günü hediyesinden birşeyler paylaşmak istedim bugün dünyayla ve burdayım işte. Efenim buyrun :



“Ya hiç Kafka okumamışsın hemen başla, ya da çok okumuşsun bırak!
Biz insanların toplumdan dışlandığı değil, insanların kendi toplumunu dışladığı bir zamanda yaşıyoruz da farkında olmadan senin de yaptığın bu herhalde.
En iyisi yaranın kabuk bağlamasına fırsat tanıman... Bu yüzden haklılığını, samimiyetini ya da sana yapılan haksızlığı bahane ederek ki eminim bunlardan bolca vardır, yaranı tekrar tekrar soyup kanatacağına ona zaman tanı. Çocukluktan yetişkinliğine geçerken herkes yara alır, olgunluk dediğin bu yarayı vakarla taşımak (gibi salakça bir şey) tır, illa ki bir izi kalır. Bu değişim sürecini rededer de cildinin pürüzsüzlüğü bozulmasın, bu yara iz yapmasın/yaptığı iz kalmasın düşüncesiyle onu kazır atarsan, buna çalışıp da beceremediğin zaman _ki emin ol beceremez hiç kimse, aynalardan kaçar hale gelirsin. Yalnız dikkat et o aynalar hep sana kendi yaralarını aslında yara alma, olgunlaşma sürecindeki kabullenmeyişinden kaynaklanan başarısızlıklarını gösteren yakınlarındır, yaknındakiler yani insanlardır. Bu sebeple en samimi oldukların aynaya da en yakından baktıkların olduğu için en çok onlardan nefret edersin. Onca yaşanmışlıktan sonra ilk onları terk eder, üstelik onların seni yüzüstü bıraktığına kendini de inandırır ve başkalarıyla avunursun. (Gerçekte ise kaçtığın kendindir.)

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
Sana kafir dediler, diş biledim Hakk’a bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garaz bağladım ahlaka bile
Sana çirkin demedim ben, sana kafir demedim
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın bunca sene bizimle misafir demedim
Bu firar aklına nerden ne zaman esti senin                                                 

Yaptığım bu alıntı yazdığım şiire cevaben gelmiş bir hediye tadında. Şiiri paylaşmıyorum çünkü Türk Telekom  bloguma erişimi engelleme kararı almasın istiyorum. Yazıyı bırakın irdelemeyi, burda paylaşmaya bile çok çekindim ama çok beğendiğim için paylaşma ihtiyacı hissettim.



13 Mart 2012 Salı

Gündemde iki konu var.

Evet, gündemde gerçekten iki tane popülist,siyasi konu var. Sayfanın başına da yazdığım gibi bu blog güncel olaylarla ilgilenmez, siyaset yapan bir kişinin şahsına münhasır değildir ancak bazen siyasetle alakalı konulara girmek gerekir ki işin felsefesi yapılsın, birşeyler sorgulanabilsin.
Bildiğiniz gibi son günlerde birazcık sallantılıydım. Bunun pek çok sebebi vardı lakin açıklamaya değmez. Özüme tekrardan dönme çabalarına giriştim ve uzak kaldığım gündeme bir bakayım dedim ve bu iki hiper süper başlığı gördüm: "Sivas katliamı" ve "4+4+4 eğitim sistemi".

Öncelikle olarak çoğu arkadaşımız Sivas Katliamı'nın zamanaşımını konuşmakta. Evet bugün çekilen acıların zamanıaştı. Zaten oldum olası şu hukuktaki zaman aşımı olayını anlayabilmiş değilim. Gerek Medeni Kanun, Gerek Ceza Kanunu olsun neden zaman aşımı diye birşeyler içermektedir anlamam. Suç var mı var, Fail var mı var, mağdur var mı var. Mağdurun vicdan azabı dindi diye mi suç zaman aşımına uğruyor yoksa halk unuttu diye mi? gerçekten saçma.

İkinci olarak 4+4+4 sistemi. Gerçekten biz belki de büyümenin verdiği etkiyle 10'lu yaşlarda nasıldık hatırlayamıyoruz. Asıl sorun da burada, 10'lu yaşlarda nasıl olduğumuzu hatırlayamadan onlar adına karar vermeye çalışıyoruz. Orta öğretim veyahut lise yıllarında insan neyi ne kadar nasıl düşünür bilemiyoruz. Onlar için karar verme hakkımızı kullanıyoruz neden çünkü onlar isteklerini söyleyemiyorlar diye mi? Peki onlar adına biz karar veriyorsak neden farklı bir liseleşme var ve onlara gitmek istedikleri liseyi seçme özgürlüğü tanıyoruz? Oysa birçok aile 10'lu yaşlardaki çocuğunun gerçekten geleceğe dönük olumlu karar veremeyeceğini düşünüyor. Sporcu veyahut müzisyen olmak isteyen orta gelirli ailenin çocukları sürekli bu hayallerinden vazgeçiliyor. Biz bu noktaları baya fazla kaçırdık sanırım. İmam hatip liseleri, orta okul düzeyinde de olacakmış, olsun efendim. Bizim çemkirmemiz siyasi değil efendim. Siz imam hatip açacaksanız, müzisyen olmak isteyen insana da lise açın çünkü biliyoruz ki çoğu müzisyen olan insan küçük yaşlarda bu işle ilgilenmeye başlamış kimselerdir. başka türlü liseler de açın herkes mesleğini lise de seçmeye başlasın. Ya da ikinci tablo, Liselerde meslekle alakalı hiçbir şey olmasın, Meslek içerikli tüm eğitim sistemleri(zorunlu) kalksın. Çünkü zaten lise veya ortaokul çağındaki  bir çocuğun mesleğinin seçilmesi kadar basiret bağlayıcı bir olay yoktur. Orta okulda İmam Hatip'te okudu diye Dj olmaktan vazgeçip imamlığa ite kaka getireceksiniz sonra da arkasında cemaat durmayınca ağlayacaksınız. İmam mı haksız cemaat mi? Siz o çocuğun basiretini bağladınız, daha 10'lu yaşlarda önünü tıkadınız. Eğer bu liseler arası geçişi mümkün kılacak ve toplumumuzun her kesimini bu tür şeyleri ılımlı karşılayabilecek bir hale getirmediğiniz sürece şahsi görüş olarak lise de veya ortaokulda meslekle alakalı tüm seçimlere karşıyım. Branş olabilir ama meslek nedir ya? Daha 11 yıldan fazla var o insanın mesleğini icra etmeye başlamasına gözünüzü seveyim yazıktır.

İşte bu iki konu da gerçekten insanların bazen göremediği, bazen ise belli kalıplarla düşündüğü için diğer tarafını görmek istemediği konulardan. Herşeyimiz, her haraketimiz siyaseten artık. Aslında bakıldığında benim de siyasete pek karışmak istememem bu sebebten ötürüdür çünkü siyasette iyiyi desteklediğinizde bir onu bir bunu desteklemiş olacağınızdan Dönek, hep aynı tarafı desteklediğiniz de ise Bağnaz olacaksınızdır. Bir de işi kılıfına uydurup insanlara yedirmek var ki o da hep söylediğim riyakarlıktan başka birşey değil. Siyaset benim kabul edebileceğim birşey değil şu aralar.

10 Mart 2012 Cumartesi

Hadi sok elini cebime...

 Olmayacak birşeylerin peşinden koşuyorum gene, belki de gerçekten işin giz'ine aşığımdır, onu ben bile bilemiyorum ama gene de koşuyorum işte. Olmayacağını biliyorum ya hani oldurduğumda egom mu artacak ne? götüme mi sokacam ne? bilmiyorum. Şu kader bilmecesi var ya, kimin eli kimin cebinde gibi. Kader mi belirliyor herşeyi yoksa kaderimizi biz mi çiziyoruz bilinmez ama ikimizin eli de birbirimizin şeyinde gibi bir durum var ortada, hayırlısı. İşte böyle kaldığımı hissettiğim durumlarda pantalonumdan kaderin elini çekesim geliyor gerçekten, haneye tecavüz gibi hissediyorum kendi özgür iradem dışında olan olumsuz şeyleri. Olumlu tecavüzlere her insan gibi bende açığımdır ama sanırsam. Özünde tecavüz de olsa arzuladığın şeydir o be yadırgamazsın elini,kolunu bazen bacağını bile sokmasını. 
Alışılmıyor efendim çok denedim, kaderin tecavüzlerine alışmak mümkün değil. Her seferinde yeni bir yıkım yaşıyorsunuz resmen ama "yaşamak için kabullenmelisin kaderini!!!!" sesleri yükseliyor diğer kader mağduru insanlardan. Anlamıyorsun neden öyle söylediklerini seninde şu meşhur spartacus gibi isyan edesin geliyor boynunda ki kader tasmasına, başından beri hiç anlamamıştın zaten bu eller cepte olayını, bir garip gelmişti sana. Çocukken elinde tuttuğuna inandığından belki de kaderi elde tutulması gereken birşey olarak görüyordun ya, olgun çizgiye oturunca bu senin inancın oldu, bir şeye inandığında insanların kadere bağlı yaptıkları şeyi senin sadece inancınla yaptığını bilmezdi insanlar oysa aralarından en bağlı olanından bile daha inançlıydın sen, daha azimli. İster istemez onlarda bir arka güç anlayışı vardı, herşeyi kontrol eden bir bilim, bir olasılıklar teorisi, bir tanrı. Sende ise sadece inanç vardı işe odaklı, nesne odaklı neye odaklanması gerekiyorsa ona odaklı.
Ve savaş devam ederken, etrafındaki birkaç kader mahkumu olmak istemeyen insanla beraber sen o tasmanı yıkmaya karar vermiştin. Gurur,onur hatta baya bir kibir vardı üstünde kaderi siken sendin artık, dönüşümlü sürecin sonuna gelmiştin, özgür adamdın , istediğine sokan istemediğine sokmayan..vay be ne kadar büyük bir lükstü o senin için..Ama bir yandan savaşı kazanmış gibi davransan da, kaderdi bu inanı çok. Bunun böyle olması gerektiğini, senin farklı şekilde yapamayacağını söyleyen bir kader.. Verdiğin kararlara bu kararlara dahil olanlar bile karşı çıkıyordu, kadere boyun eğiyordu. Yılmadın belki ama yıkılmaya başladın..
Savaş boyunca çok şey öğrendin. Kaderin basit birşey olmadığını, boynundaki soğuk köpek tasmasından sadece sende olmadığını öğrendin. Hemen herkeste vardı onlardan ve onlar duruma gayet aşinaydı, hem de senin kırmak istediğini anlayamayacak kadar kör bir aşinalıktı bu. Bu kör aşinalıkta sen de çok uğraştın kaybolmamak için. Ve o hala farkında bile değildi. Her ne kadar çıkmazda olursa olsun durum elbette kırılabileceği bir yer vardı sen buna inanıyordun lakin o senin inandığın bu yeniliğe imkansız gözüyle bakıyordu belki, belki hiç o gözle bakmamıştı. Seni yıkan ne herkes, ne kader, ne de kaderin gücüydü seni yıkan senin ayağa kaldırmak istediğin insanın kör bir aşinalığa saplanıp kalmasındaydı...
Sonuca yaklaşırken bileklerin kesik, gözlerin zar zor görür bir halde buradasın işte onun evinde ve seviniyorsun tek arzuladığım oydu diye. Lakin o geliyor, gene aynı terane hadi sok elini cebime.....

8 Mart 2012 Perşembe

Bu oyunda Ofsayt YOK!

Öncelikle konuyla alakalı Sn.Prof.Dr.Kemal H. KARPAT hocamızdan alıntılarla başlamak istiyorum.

"Geçmişte de iktidar sayısız defa el değiştirmiş, ancak her seferinde meşrulaştırıcı bir gerekçe olarak geleneksel otorite anlayışına başvurulmuştu."*
"Türkiye'ye hakim elit felsefesi, daima tepeden inme** ve devleti araç haline getirerek idealize edilmiş soyut bir medeniyet oluşturmak istemektedir. Halbuki halkın medeniyet anlayışı somuttur ve refah,adalet,güvenlik gibi pratik amaçları öngörür."***

Bir şeyler yaparken yapmanız gereken en önemli şey sanırım o işi meşrulaştırmak, önce kendinize göre meşru sebepler bulmak belki ama asıl olan o işin meşruiyet kaynağını doğru yansıtmak insanlara. Eğer meşru olduğuna inandırırsanız insanları yaptığınız şeylere, insanlar yanlış veya doğruluğunu sorgulamadan alacaklardır. Meşru olduğunu kabul ederken sorgulamayacaklar mı diye sorarsanız, hayır efendim çünkü meşrulaştırmak demek insanlara yaptığınız işin doğruluğunu kanıtlamak değil, yaptığınız işi onların meşru kabul ettiği başka şeylere benzetmekten geçer. Bazen asıl amacınız o olmasa dahi insanların kabul ettiği meşru bir sebep söyleyiverirsiniz hatta.
Bu sadece siyasi yada politik meselelerde değil hayatınızın hemen her alanında böyledir aslında. Kızacağını bildiğiniz arkadaşınıza söylediniz o masum kabul edilen beyaz yalanlar işi meşru kılmak için yapılan bel kıvırmalarıdır. İşte biz de artık daha türkçemsi daha biz kokan bir kavramla bu durumu ifade etmek için "Bu oyunda Ofsayt YOK" demeye başladık kendi akran çevremizde. gerçekten insanın bazen ihtiyacı oluyor bu tarz meşrulaştırma işlerine. Eğer Kemal hocam kusura bakmazsa birkaç cümle de siyaseten ben söylemek isterim.
Otorite halkının ve halka karşı olan diğer grupların önüne koyabileceği engelleri aşarken hem istediğini yapacak hem de göze batmayacak şekilde hareket etmek zorunda kalabilir. Bu engelleri aşmanın belki tek yolu "Halka ragmen halk için" sözünde saklı olabilir. Doğruluğu tartışılabilir gerçekten fakat insanların ivmesi olmadığı bir zamanda siz yaptığınız işlerin önüne engeller çıkacağından eminseniz ve doğru olduğunuza inanıyorsanız, ben halkım için halkıma rağmen çalışırım diyorsanız yaptığınız işleri meşrulaştırıp bu oyunda ofsayt olmadığını halka kabul ettirebilirsiniz çünkü halkın kendi haline bırakılıp büyüyüp gelişmesi için gerçekten öncelikli olarak dışardan kazandırılması gereken bir ivmeye ihtiyacı olabilir. Bunu inkar eden insanlar şu an önceki politikalar vasıtasıyla bu düşünce kapasitesine ulaşmış ve sistemi sorgulayabilecek kapasiteye gelmiş insanlardır dolayısıyla geçmişte yapılmış olan politikanın değiştirilmesini isteyip onu kötülemenin şu an ki zamanda yaratacağı etkileri tahmin edemeyeceğimizden bu tartışmada farazi kalacağınızı düşünürüm. Tarihi de kısmen bu yüzden saçma bulurum çünkü tarih sahnesinde değiştireceğiniz küçük değişkenlerin bile bu zaman nasıl yansıyacağını bilemezsiniz, ve eklemek isterim ki şu an siz ve ben de tarih oluyoruz dolayısıyla yaptığımız her küçük hareketin dahi gelecekteki olumlu veyahut olumsuz yansıması büyük olabilecek. Büyük adamsınız vesselam, unutmayın bu oyunda ofsayt yokmuş.

*Osmanlı'dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji,Prof.Dr.Kemal H. KARPAT,2.Baskı,Timaş Yay.
**Sanırım bu kavram geleneksel otorite anlayışıyla yakın anlamlı olmasına karşın bu ifade yöntemi tercih edilmiş fakat iki ayrı alıntıyı birbirine bağlamamız için, * bölümün yerine geleneksel otorite anlayışını koyabiliriz.
***Osmanlı'dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji,Prof.Dr.Kemal H. KARPAT,2.Baskı,Timaş Yay.

6 Mart 2012 Salı

arapsaçı

Seçimlerin boğazına düğümlenmesi olayı sıkça olur bende. Karmaşa yaşarım işte o seçilecek şeylerde halbuki çoktan seçimizi yapmışızdır içimizde, dışa vurmak kalmıştır geriye ve vurmamak için bahaneler üretiriz. Bunun güvensizlikle uzaktan yakından alakası yoktur çünkü dışa vurulmamasının sebebi kötü karşılanabilecek olması ihtimalidir, hatta siz bu cümleyi kurarken bile kötü olduğunu kesin bildiğiniz halde ihtimalmiş gibi konuşursunuz. Sizi aynı sosyal bağlarla bağlamak isteyen insan topluluğu elbette ki onlar gibi hareket etmenizi isteyeceklerdir çünkü bu sizin dışınızda hemen herkese faydalı bir durumdur. Faydalıdan kasıt, isteklerinin o yönde olmasıdır. Ben böyle durumlarda, genelde yalnız olursam, kendi bildiğim doğrulardan sapmamaya özen gösteririm çünkü onlar benim doğrularımdır ve kendi tecrübelerimle ortaya çıkmışlardır. Hep söylediğim bir şey vardır konuyla alakalı : "Hayatımda oluşmuş veyahut oluşturulmuş bütün duvarları yıkıp tekrar yaptım. Yıkarken doğruları da yıktım,biliyordum,farkındaydım ancak benim olmayan tüm yargılardan kurtulmanın ve sadece doğru inandığım şeylerden oluşan bir saray inşa etmenin zamanı gelmişti.". Konumuza dönersek, eğer etkilenecek insanlar olmasa yakınımda veyahut yeni yeni yakınlaşan insanlar olmasa pek fazla düşünmeye ihtiyaç duymadan kendi iç savaşlarımın sonucunu dışa yansıtırdım lakin insanlar her zaman bu yansımayı görmek istemeyebilirler çünkü zararlı olabilir onlar için ya da onlar zararlı olduğunu düşünürler onlara veyahut dünyaya. İşte bu dar boğazda kararı verirken sormam gereken insanları bilmeme rağmen soramayacağımı da biliyorum. Dert edinme meselesi değil bu sadece bir zarar verme istememe meselesi. Her ne kadar dert edinen bir insan olmasam da bu umursamaz olduğum anlamına gelmez, bence aksine çok umursayan bir insan olduğum için daha az vicdan muhakemem oluyor ve içim rahat uyuyorum. Ölçüyü bilmeyle alakalı biraz da bu vicdanın rahat olması meselesi. Sonuç olarak önümüze bakmamız gerektiğine inandığımız için her daim, Ata'mız bile bizi bunu öğütlemişken, karı gibi çok fazla geçmişe mızmızlanmanın anlamı yok diye düşünüyorum. Önüme bakıyorum ve zaman gösterecek diyorum çoğu şey için.

   Neden nereden geldi bilmiyorum ama aklıma Martin EDEN geldi. O tatlı romancık. O zamanlar tatlı kelimesinin yeri çoktu hayatımda ufaktım çünkü Martin ile tanıştığımda. Beni kollektivist yapması gereken roman o yıllarda bireyci yapmıştı, sonraları buna şaşırdım.







arapsaçı

    Yanlış yerde arar olmuşuz mutluluğu, karamsar dünyamıza gömülerek, o lanet karanlık küre içerisinde çırpınıp delikler açarak ulaşmaya çalışmışız aydınlığa. Sorunumuz karanlıkla mı olmalı bilememişiz bile. Bense bugünlerde farklıyım biraz, orijinal tonuna göre biraz daha optimistik bir halet-i ruhiyem var.
    En karanlık günlerde bile arayabilmeli insan mutluluğu çünkü mutluluk, evleneceğiniz adamın size küçükken masallarda anlatılan beyaz atlı erkek olmayacağı gibi komple aydınlıktan oluşacak diye bir kabule inanmamakta saklı olabilir. Bu bir bakışa sahip olmayla alakalı değil. Görebilmek lazım bazen, ufak şeyler uzerinde düşünmeye vaktiniz yoksa hayatınızda o ufak şeyler yok demektir. "Düşünüyorum öyleyse varım" savını sadece bu bağlamda düşündüğümüzde bile düşünmediğiniz bir şeyin olamayacağı sonuca ulaşırız. Belki de insanlar bu yüzden "Beni düşünüyor mu acaba?" tadında cümlelere bu kadar çok takılmaktalar. Atacakları adımlar karşı tarafın onu düşünüp düşünmediğine bağlı gelişir çünkü düşünülmüyorsanız onun için yoksunuzdur. Bir insana yapılabilecek en can acıtıcı, hakaretvari hareket o insanın sizin için "yok" değerinde olduğunun hissettirilmesidir sanırım.  Bu yüzden hayatınızda var olmasını istediğiniz herşeyi düşünün,umursayın. Üstüne çok fazla düşün, onu boğun demiyorum fakat sizin onu düşünme ve umursama miktarınız azalırsa o da sizin için flulaşmaya başlar, silik kalır hayatınızda. Aslında kalem kullanmaya benzer bu birazda ne bastırıp kalemi kıracaksın ne de silik yazacaksın. Kendi tonun belli olacak ama kalemi kırmakta kötü okunmayacak kadar boktan yazmakta.
  Mutlulukta bir nev'i böyledir aslında bakınca görürsünüz ama bakmanız gerekir. Bazen de malesef görmek zorlaşabilir. Arayıpta bulamadığınız olur, herşey karalarla kaplanır ve bir "Eyvah!" kopar yüreğinizde. Böyle zamanlar sakin olunması, bazen katlanılması gerken zamanlardır ancak üstünüze çöken karanlığın kendiliğinden gitmesini gözünüz kapalı korkakça beklememelisiniz, karanlıktan çıkmak için yüreğinize güvenerek, korkularınızı yenerek gözünüzü açıp hayata bakmalısınızdır. Belki yeni birşeyler gelmiştir hayatınıza, karanlığı parçalayacak bir prens, size karanlığı parçalama gücü verecek bir prenses.

                                         "Shiny soul" bulmak belkide mesele.


3 Mart 2012 Cumartesi

Bir Fikri İdeolojileştirmek.

İdeal uğrunda koşulması istenen bir halüsinasyondur. İdeali hayal etmek, hayal etmenin sadece soyut kısmını içerebilir. Oysa ki hayal etmek somut birçok olgu için de kullanılabilecek bir araçtır. İnsanlar ki sadece somutlaşmış veya somut şeylere karşı ilgi duyabilirken, daha doğrusu sürekli somut şeyler peşinde koşarken* bir ideayı nasıl sevebilir? Bu temel soru bize  insanın bir ideayı değil ancak ve ancak gerçekleştirilmiş halini ya da gerçekleştirilmesiyle iniltili şeyleri sevebileceğini gösterir. Gerçekleşmiş halinin hayalini, yani sadece ideanın içerdiği soyut şeyleri değil onun gerçekleşmiş somut halini sevebilir. Burada ideal yaratmanın gerekliliği yada gereksizliği üzerine değil, insanların idealara bu denli bağlı olmasına karşın neden idea uğrunda çaba göstermedikleri üzerine düşüyoruz. Bunlardan haraketle -yapılacak düz bir mantıkla dahi- insanların bağlandıklarını,inandıklarını söyledikleri idealleri, bu ideallerin gerçekleştirilmesi dışında başka bir amaçla kullandıkları sonucu çıkar ki -bu Marx'ın ideoloji  kavramı olup onun fikirlerini bile bu farklı(!) amaçlar uğruna kullananlar pek çoktur- bu da sanırım bana onları yargılama hakkı verir. Benim gözümde de ideolojileştirilmiş bir düşünce değerini yitirmiştir. Bir fikri ideolojileştirmek; insanları inanmadan fikrin arkasından sürüklemeye çalışmak, fikirlerinizle herhangi bir şekilde kelime kalıbı oluşturabilecek bütün fiilleri yapmaları için yalancı müritler yaratmaktan farksızdır. Fikir elbetteki paylaşılır, insanları bu fikrin doğruluğuna inandırmak istenir ama bu fikir ideolojileştirilmemelidir. Bırakın fikirleriniz fikir olarak kalsın, kimse onları ideolojileştirmesin, insanlar fikirlerinizin özünü kaçırıp onları bayağılaştırmasın. Kendinizi anlatın, fikirlerinizi anlatın, insanları değiştirin geliştirin ancak insanların anlattıklarınıza inanmadan sarılmalarını istemeyin hatta inanmadan sarılmak isterlerse sarılmalarına izin vermeyin. "Bencillik değil mi bu?" sorunuz için cevap : Bencillik, paylaşımcı olmamak kanaatimce kurabiye gibi bölündüğünde iki tarafın da eşit tadı,kaloriyi alacağı durumlarda ortaya çıkabilir. Evet, siz eğer sıradan düşüncelerinizi değerli fikirlermiş gibi görüp kibirlenirseniz, bunları kendinize saklarsanız bu sizin toplum tarafından dışlanmanızdan başka bir işe yaramaz. Üstelik bu seviyede ki fikirlerden hemen herkes eşit ölçüde beslenip güçlenebilir. Dolayısıyla evet, insanlarla bu tarz düşüncelerinizi paylaşmamak bencilliktir lakin bizim bahsettiğimiz fikirler sizin fikirlerinizden tanımsal olarak uzaklaşıyor. Belki de bizim fikir dediğimiz kelime, sizin için özgün fikir kavramına denk geliyor olabilir. Çünkü özgün olmayan bir fikir zaten sizin fikriniz olamayacağından teorik olarak onu paylaşmanız da mümkün değildir. İdeolojileştirilmiş fikirlerin harcandığını görmek gerçekten üzücü, umarım insanlık bu işi yapmaktan vazgeçer... İdeoloji, gerçekleştirilebilmesi için insanların aldatılmasına ihtiyaç duyacak kadar alçaltılmış fikirleri ifade eder. Eğer bir ideayı gerçekleştirmek isterseniz bunu inanmamış,kandırılmış insanlarla yapmayın ki yaptığınız işin anlamı olsun. Bırakın fikir olsun, bizim olsun, mütevazi olsun.

*Bu kabulü açıklamak ihtiyacı bu yazıda gereksiz olacağından tercih edilmedi.